Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Samia Suluhu Hassan ülkemize 18 Nisan’da resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Topraklarımıza binlerce kilometre mesafede bulunan Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti, 1961’de Tanganyika’nın 1963’te ise Zanzibar adalarının bağımsızlığını kazanmalarının ardından 1964 yılında bunların birleşmesi ile kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Tanzanya’daki ilk daimî büyükelçiliğini Darüsselam’da 1978’de açmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler ilk bakışta yakın zamanda başlıyor gibi görünse de Osmanlı Devleti’nden günümüze devam eden köklü bir geçmişinin olduğu arşivlerimizde bulunan belgelerden anlaşılmaktadır.
Bölge hanedanlıklarının egemenlik mücadeleleri bu coğrafyanın tarihinin şekillenmesinde başat bir rol oynamıştır. Umman Sultanlığı’ndaki Bû Saîd Hanedanına mensup Said b.Sultan, Mezrûî Hanedanı ile mücadelesinde başarılı olarak Zanzibar’da hâkimiyetini sağladı ve ardından Umman Sultanlığı devlet merkezini 1840’ta Zengibar’a taşıdı. (Osmanlı arşivinde Zengibar kelimesi kullanıldığından yazının geri kalanında bölge bu şekilde zikredilecektir.) Böylece 1840 yılına gelindiğinde Mogadişu ve Tanzanya arasında kalan bölge ile Zengibar ve Pemba adalarının da içinde olduğu Doğu Afrika bölgesini Zengibar Sultanlığı idaresi altında toplandı ve aralarında Osmanlı Devleti’nin de olduğu çeşitli devletlerle temas içinde olmayı önemsedi.
Bundan sonraki süreçte Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivleri Başkanlığı envanterinde bulunan kayıtlardan da takip edebildiğimiz gibi Zengibar Sultanlığı ve Osmanlı Devleti arasında önemli ilişkiler kuruldu.
Tarihi bağlantılar ve diplomatik ilişkiler
Sultan Said’in Osmanlı yönetimi ile bilinen ilk teması, 1851 yılında Basra Valisi Maşuk Paşa’ya gönderdiği cevabî bir mektup ile olmuştur. Sultan Said bu mektubunda Maskat’a ulaştığını, aradaki dostluğun hiçbir şekilde bozulmayacağını ve de kendisinden istenilen mühimmatın haber verildiğinde hazırlanacağını ifade etmektedir. Bundan kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin Zengibar’la olan ilişkilerinde uluslararası hüviyete sahip mali içerikli bir sorunun ortaya çıktığını görmekteyiz.
Bu meselenin çözümünde en kritik husus ise Zengibar’ın bir Osmanlı toprağı olarak görülüp görülmeyeceğinin bildirilmesi olmuştur. Zira Zengibar’ın statüsü buradan gelen ürünlerden alınacak vergiyi de belirleyecektir. Böylesine çetrefilli bir meselede haklı olarak inisiyatif alamayan Cidde Valisi, konudan Osmanlı Hükûmetini haberdar etmiştir. Osmanlı yönetimi ise Maskat ve Zengibar’dan gelen mal ve eşyadan alınacak vergi miktarının buraların Osmanlı toprakları görülerek alınmasına yabancı devletlerin itiraz etmelerinin muhtemel olduğu yönünde bir değerlendirme yapmıştır. Aynı metinde, bu gibi hassas konularda karar verilirken devletin gelir kalemlerinden ziyade bölgede devlet nüfuzunun güçlendirilmesi fikrinin esas alınması gerektiği ifade edilmiştir.
(Zengibar’da bulunan Müslümanlar adına Osmanlı Hükûmetine gönderilen 3 Ocak 1913 tarihli mektup. İçeriğinde Balkan hükümetlerinin Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmelerinden üzüntü duyulduğu, gazilere, yetimlere, dullara yardım olarak 300 İngiliz lirası gönderildiği ifade edilmektedir. BOA. BEO. 4138/310324)
Özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti, politik olarak Afrika Müslümanlarının tüm sorunlarıyla ilgilenmiş bölge ile iletişimi sürdürerek buradan gelen talepleri imkânları ölçüsünde karşılamaya çalışmıştır. Nitekim dinî eğitim vermek üzere Güney Afrika’da bulunan Ebubekir Efendi, 20 Mart 1863 tarihinde Osmanlı Dışişleri Bakanlığına (Hariciye Nezareti) bir mektup göndererek Zengibar halkından olup Pemba Adası’na çalışmak için giden bazı kişilerin memleketlerine dönüşlerinde bir İngiliz gemisi tarafından esir taciri şüphesiyle tutuklanarak Ümit Burnu’na götürüldüklerini arz etmiştir. Ebubekir Efendi bu kişilerin aileleri ile dört seneden beri perişan olduklarından bahsederek bunların memleketlerine dönebilmeleri için Dışişleri Bakanlığından yardım istemektedir. Bakanlık hemen harekete geçmiş, Ebubekir Efendi tarafından iletilen sorunun çözüme kavuşturulması için Londra Elçiliği nezdinde girişimlerde bulunmuştur.
Halkın problemlerinin yanında Osmanlı Devleti Zengibar yöneticilerinin özel sorunları ile de bizzat ilgilenmiştir. Mekke Emiri Abdullah 31 Mayıs 1875 tarihinde Dışişleri Bakanlığına bir yazı sunmuştur. Yazıda; Zengibar Hakimi’nin kardeşi Macid’in İngilizlerden aldığı borcu ödememesinden dolayı dört İngiliz savaş gemisinin Zengibar’a gelmiş olup borcun ödenmediği takdirde işgalin gerçekleşeceği belirtilmiştir. Mektupta borcun ödenmesi için Londra’ya gidileceği ancak Halife ile İstanbul’da görüşme fikrinin de olduğundan bahisle Zengibar Hakimi’ne nasıl bir cevap yazılacağı hakkında Mekke Emiri tereddüt yaşamıştır.
İnsani müdahaleler ve kültürel etkileşimler
Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Mekke Emiri’ne gönderdiği cevabi yazısında Zengibar Hâkimi Bergaş’ın Osmanlı Devleti’ne göre muteber bir kişi olduğundan İstanbul’a gelmek istediği takdirde kendisine tüm kolaylığın gösterileceğini ifade edilerek İngiltere’ye gitmek isterse de Londra Elçiliği aracılığıyla bu ülke nezdinde memnuniyetle girişimde bulunulacağı bildirilmiştir.
Yine, Hicaz Valiliği Zengibar Hâkimi Seyyid Bergaş’ın hac için Hicaz’a geleceğini haber aldığında Bergaş’a nasıl davranılacağını Osmanlı Hükûmetinden öğrenmek istemiştir. Bu konuda da Sadrazam, Bergaş’ın Afrika’da önemli bir bölgenin hâkimi olduğunu ifade ettikten sonra, kendisinin dünyadaki gelişmelere vakıf birisi olup Avrupa’ya gittiğinde buradaki büyük devletlerin hükümdarları tarafından hürmetle ağırlandığı bilgisi verilmiştir. Bu bakımdan Osmanlı Sadrazamı Bergaş’ın, Mekke eşrafı ve memurlar tarafından Cidde’de saygıyla karşılanarak konaklaması için de bir daire hazırlanıp masraflarının ödenmesi talebinde bulunmuştur. Aynı zamanda hac görevinin yerine getirilmesi esnasında Zengibar Hakimi’ne gereken her türlü kolaylığın sağlanması talimatı da verilmiştir.
Bunun yanı sıra Sultan II. Abdülhamid Seyyid Bergaş’a 1877 yılında birinci dereceden nişan hediye etmiştir. Bergaş bu nişanın kendisine ulaşmasından sonra II. Abdülhamid’e yazdığı mektupta, gönderilen nişan ile mektubun kendisine ulaştığını bundan büyük bir sevinç duyduğunu belirterek mektubu iki ülke arasındaki birlik ve dostluğun devamı olarak gördüğünü ayrıca Osmanlı Padişahı ile görüşmek istediğini beyan etmiştir. Sultan II. Abdülhamid de yazdığı cevapta, nişan ile mektubun memnuniyetle alınmasından kıvanç duyduğunu belirterek iki ülke arasındaki dostluğun devam etmesini temenni etmiştir.
Bölgenin devlet erkanı, ritüelleri ve sosyal yaşamına yönelik önemli doneleri de yine arşiv kayıtlarımız bizlere sunmaktadır. Döneminde, Zengibar Sarayı’nın nasıl bir yer olduğunu Zengibar’ı ziyaret eden Fransız filosundan bir subayın mektubundan kısmen de olsa anlayabiliyoruz. Filonun ülkeyi ziyaretinde Zengibar Hâkimi misafir komutanlar ile ülkesindeki Fransız ileri gelenlerine bir ziyafet vermiştir. Subayın mektubuna göre, Zengibar Saray Meydanı geniş ve dikdörtgen olup arka tarafı sarayın selamlığı ve sağ cephesi harem dairelerinden oluşmaktadır. Meydanın dört tarafı ise denizdir. Harem dairesinin kapı önünde daima belirli sayıda asker nöbet tutmaktadır. Bu kapının yakınında parmaklıklarla kapatılmış odalarda kaplan, yaban kedisi gibi vahşi hayvanlar tutulmaktadır.
Fransız subay, mektubunun ilerleyen satırlarında ise bizleri tam da bir doğu masalının içine çekiyor. Tüm Zengibar halkı misafirleri görmek için sokaklara çıkmış, Zengibar Hâkimi de harem dairesinin büyük kapısı önünde tek tek tokalaşarak misafirlerini karşılamıştır. Bir merdivenden çıkarak büyük bir salona ulaşılmış burası kıymetli kumaş ve nefis eşyalarla tefriş edilmiştir. Bilahare 60 metre uzunluğunda 20 metre genişliğinde içerisinde pek çok kokulu ağacın bulunduğu bir bahçeye geçilmiştir. Burada görkemli bir ziyafet verilmiş, ziyafette 45 çeşit yemek, 30 çeşit atıştırmalık ikram edilmiştir. Koyun ve benzeri hayvanlar bütün olarak pişirilip sofraya getirilmiştir. İslam dininde haram kabul edilen alkollü içkiye sofrada yer verilmemiştir. Bu yüzden içecek olarak misafirlere sadece meyve suları ikram edilmiştir. Ziyafetin sonunda ayrıca Avrupa’dan ithal yemişler ve dondurma da sunulmuştur.
Kendi halinde sakin bir yaşam süren bu topraklardaki huzur iklimi emperyalist devletlerin bölgeye gelmesiyle sona ermiştir. Nitekim 1885 yılında Almanya Zengibar’ın Batı kısmını himayesine aldığına dair bir beyanname yayımlamıştır. Bu husus Osmanlı Bakanlar Kurulu’nda değerlendirilmiştir. Bu müzakerede; bölge halkının çoğunluğunun Müslüman olması sebebiyle himayeye alınan toprakların sınırları, genişliği, nüfusu, dini ve mezhebi gibi konuların haritalar yardımıyla ayrıntılı olarak raporla Dışişleri Bakanlığı’nın bildirmesi kararlaştırılmıştır.
Uzak mesafeler, yakın bağlar
Almanya ve İngiltere Zengibar’da istediklerini alabilmek için Ada’yı abluka altına almışlardır. Osmanlı Devleti bu gelişmelere kayıtsız kalmamış; Abdülkadir Efendi’yi bir mektupla 1889’da Zengibar’a gitmek üzere görevlendirmiştir. Mektubun içeriği bölgenin siyaseten çekilmiş fotoğrafı niteliğindedir.
Mektupta; ticaret amacıyla Zengibar’da bulunan yabancılar ile halk arasında yakınlık ve emniyet kurulamadığından gerginlik, can kaybı ve taraflar arasında nefret duygusunun oluştuğundan bahsedilmiştir. Söz konusu durum yabancı devletlerin Zengibar üzerinde baskı yapmasına sebep olmuştur. Osmanlı Devleti ise burada Müslümanların huzur ve refahını istemektedir. Osmanlı yönetimi bu yüzden gerekli tedbirleri almak ve yabancı devletlerle Zengibar arasında aracılık yapmak üzere Abdülkadir Efendi’yi olağanüstü elçi olarak görevlendirmiştir.
Osmanlı ve Zengibar yönetimleri arasında coğrafi uzaklıktan kaynaklı ciddi bir siyasi birliktelik olmasa bile halkları Müslüman bu iki devlet zor günlerinde birbirlerine destek olmaya gayret etmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin en zor dönemlerinden olan Balkan Savaşı yıllarında Zengibar’dan Osmanlı savaş mağdurlarına yardım için kurulan komisyon tarafından gönderilen mektup, uzak mesafelerin kardeşliğe engel olamayacağını bize ispat etmektedir.
4 Ocak 1913 tarihli mektupta; Zengibar’da bulunan Müslümanların Balkan Devletlerinin Osmanlı’ya savaş ilan etmelerinden duyulan üzüntü samimiyetle ifade edilmekte olup gazilere, yetimlere, dullara yardım amacıyla toplanan 300 İngiliz lirasının gönderildiği de belirtilmektedir.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Samia Suluhu Hassan arasında 18 Nisan 2024’te gerçekleşen görüşmelerde ortaya çıkan samimi ortam, uzak coğrafyalardaki bu iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihten aldığı güçle günümüzde de tüm sıcaklığı ile devam ettiğinin göstergesidir.